Tekno – Ekonomik Bir Devrimin Eleştirel Değerlendirmesi: Bitcoin Neyi Değiştirecek?
Bitcoin üzerine böyle bir yazıyı belki yıllar önce yazmalıydım. Siber güvenlik alanında çalışan çok değerli bir arkadaşımın Bitcoin’i inceleyen bir yazısını düzenlediğimde yıl 2013’tü. Bitcoin’in ne olduğunu daha iyi anlamaya başladıkça, kripto paraların toplumsal sonuçları üzerine düşünmeye başladım. Ancak Bitcoin’in geleceğinin belirsizliği ve deneysel sahasının henüz olgunlaşmamış olması bu konu üzerinde yoğunlaşmayı zorlaştırıyordu. 2017’de yaşanan fiyat patlaması ile Bitcoin daha geniş bir insan kitlesinin dikkatini çekti. Ardından gelen büyük düşüş dalgası ise onun birçok insanı zarara uğratan güvensiz bir yatırım olduğu imajını yarattı. Bu yazının kaleme alındığı günlerde ise tüm zamanların en yüksek (all time high, ATH) seviyelerini görüyor. Bu iniş-çıkışların en önemli sebeplerinden biri, çoğu kişinin, Bitcoin’in altında yatan teknolojiyi ve özgünlüğünü kavrayamamaları ve onu geçici bir yatırımdan ibaret olarak değerlendirmeleridir. Hâlihazırda insanların çoğu çeşitli nedenlerle dijital paralara güvenemiyor. Oysa altında yatan blokzincir (blockchain) teknolojisiyle beraber Bitcoin, sanal değil, gerçek bir devrim. Elimizde tuttuğumuz kağıt paralardan daha gerçek ve gündelik hayatlarımızın bir parçası olmaya her geçen gün daha çok yaklaşıyor. Bu yazımda önce Bitcoin’in devrimsel niteliğine işaret edecek, daha sonra kısa bir eleştirel değerlendirmede bulunacağım.
Bitcoin hakkında bilinmesi gereken en önemli şey, onun 2008 yılında gerçekleşen küresel finans krizine bir tepki olarak geliştirilmiş olmasıdır. Küresel piyasalar bakımından en güvenilir para birimi olarak kabul edilen Amerikan dolarının, kriz sürecinde Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) kendi ulusal çıkarları doğrultusunda manipüle edilmesi, neoliberal piyasa idealinin aslında ABD merkezli bir sistem olduğunu ortaya çıkarmıştı. Yani tüm küresel piyasanın kaderi adeta ABD senatosunun ve onun merkez bankasının kararlarına endekslenmişti. ABD’nin hangi bankaları kurtaracağı ve merkez bankasının ne kadar para basacağı, tüm piyasaların ve dolarla birikim veya işlem yapanların finansal kaderi olmuştu. Her ne kadar ABD üzerinden anlatsam da, kriz sürecinde; Birleşik Krallık, Japonya gibi küresel piyasaya entegre bütün büyük ekonomiler benzer kurtarma modellerine başvurdular. Daha da basitleştirerek anlatmak gerekirse, her şeyin sabit tutulduğu bir ortamda (ceteris paribus – biliyorum mümkün değil), ABD coğrafi sınırları dışında dolarınız varsa ve ABD’nin ulusal çıkarları için para basılması gerekiyorsa, para basılır ve o andan itibaren sizin cebinizdeki doların değeri erimeye başlar. Ya da yaşadığınız ülkede iktidarda olan parti, hükümet etmeye devam etmek için, çeşitli siyasi enstrümanlarla ulusal para piyasasına müdahale ediyordur. Örneğin, yönetimde yaptığı hatalar sonucu meydana gelen ekonomik sorunları, para basarak telafi etmeye çalışıyordur. Küresel ölçekte olduğu gibi, ulusal düzeyde de gerçekleşen siyasi müdahaleler kullandığınız, biriktirdiğiniz veya geleceğe yönelik planlar yaptığınız paranızın değerini değiştirmeye başlar. Bu değişim genellikle kurtarılması gerekenlerin lehine olur. İşte Bitcoin tam da bu noktada devreye giriyor. Bitcoin’in merkez bankasının olmaması, daha da ötesi blokzincir teknolojisinin sağladığı imkânla merkeziyetsiz oluşu, siyasal müdahalelere kapalı bir para ekosistemi yaratıyor. Devletler bu piyasaya girdiğinde, elbette, önemli aktörler olacaklardır; fakat asla herhangi bir devlet istedi diye, mevcut Bitcoin sayısında bir değişikliğe gidilemeyecektir. Çünkü Bitcoin arzı 21 milyon tane ile sınırlandırılmıştır. Bu sınırlı arz içerisinde her bir devlet oluşan küresel para ekosisteminin yalnızca bir parçası olabilecektir. Ayrıca Bitcoin, küresel veya yerel çapta herhangi bir merkezi yapıya ihtiyaç duymaksızın anlık transfer işlemi sağlayabilmektedir. Günümüzde para transfer işlemleri hızlandığı için mevcut bankacılık sistemlerinin, devlet benzeri merkezi yapılar şeklinde organize olduğunu fark edemiyoruz. Bankalardan yaptığımız para transferler işlemlerinin yalnızca iki kişi arasında gerçekleştiği yanılgısına kapılıyoruz. Oysa gerek ulusal gerekse uluslararası boyutta, iki kişi arasında yapılacak bir para transferi işlemi, daima belli merkezler tarafından onaylanarak ve belirli zaman aralıklarında gerçekleştirilebilmektedir.
Devletlerin ve bankaların merkezi yapılar kurmasının en temel nedeni, kayıt tutmak, bu kayıtların korunmasını sağlamak ve bir işlem gerçekleştirileceği zaman bu kayıt döngüsünü işletmektir. Günümüzde devletler kimin hangi taşıtlara sahip olduğunu ve ne kadar gayrimenkul edindiğini, bankalar ise kimin ne kadar parasının olduğunu kendi merkezlerine kaydeder ve korur. Bu varlıklar üzerinde yapılan transfer işlemleri, merkezi kayıtlar kontrol edilerek ve değiştirilerek gerçekleştirilir. Geçmişten günümüze, özellikle mülkiyet hakları bakımından hayati önemi olan bu kayıtların tutulmasının zorunluluğu merkezi organizasyonları gerekli kılıyordu. Bitcoin’in yukarıda saydığımız fonksiyonları yerine getirebilmesinin sırrı, bu kayıtları herhangi bir merkeze ihtiyaç duymaksızın tutabilmesinde yatmaktadır. Blokzincir teknolojisi sayesinde iki kişi arasında yapılan (peer to peer, P2P) bir işlem, yüksek bir şifreleme ile beraber, geri döndürülemez ve silinmesi -neredeyse- imkânsız bir şekilde tüm ağı oluşturan nodlara (bilgisayarlara) kaydolur. Bu sayede bir merkezde kayıt yapma ve her işlem için o merkeze ihtiyaç duyma sisteminin yerini, ağın kendisini bir kayıt aracı olarak kullanma ve herhangi bir merkeze ihtiyaç duymama sistemi almıştır. Böylelikle sisteme kayıtlı iki kişi arasında bir transfer işlemi gerçekleşmesi istendiğinde, öncelikle transfere konu olan varlığın o an için kime ait olduğunun tek tek nodlardaki kayıtlar kontrol edilerek sorgulanması gerekir. Sorgulama işlemi bittiğinde nodlardan onaylar alınır ve transfer gerçekleştirilir. Transferin gerçekleşmesiyle beraber yeni kayıtlar sistemi oluşturan tüm nodlara eklenerek, şifrelenerek kaydolur. Bu işlemlerin tamamı, sistem tarafından, otomatik olarak gerçekleştirilir. Böylece devlet ya da banka gibi garantör bir üçüncü kişiye ihtiyaç kalmaz.
Toplumu siyasal ve ekonomik yapıları içine alan bir formasyon olarak düşünürsek, Bitcoin’in siyasal ve ekonomik yapılar arasında kurulan mevcut dengeyi piyasa lehine değiştireceği ve gerçekleşmeye başlayan bu tekno-ekonomik dönüşümün çok kapsamlı sosyo-kültürel sonuçları olacağı ortadadır. Bundan dolayı serbest piyasa idealini benimseyenler, Bitcoin’in yükselişini bir zafer olarak görmekte ve tutkulu bir biçimde dijital paraların kullanımını genişletmeye çalışmaktadırlar. Aynı zamanda, bir ideolojik amaçları olmasa dahi, Bitcoin’in günden güne artan değeri, çok sayıda bireysel ve kurumsal yatırımcıyı kriptopara birimlerinin listelendiği borsalarda yatırım yapmaya çekmektedir. Covid-19 salgını da bu süreci epeyce hızlandırmış görünmektedir. Salgın başlangıcından önce 3850 dolar seviyesine kadar inen bir Bitcoin’in değeri, neredeyse on kat artarak 38000 dolara ulaşmış durumda. Bitcoin’in 2008 küresel krizine bir tepki ve dolara, hatta tüm ulusal para birimlerine, bir alternatif olarak doğduğu düşünüldüğünde; salgın sürecinde kendi kuruluş amacını gerçekleştirdiği rahatlıkla söylenebilir. Bu dönemde Bitcoin’in yüksek bir değer kazanması, 2008 krizine benzer büyük bir küresel krizle karşılaşıldığında, çok daha yüksek yatırımlar çekeceğine ve kullanıcı sayısını arttıracağına işaret etmektedir. Diğer yandan devletler Bitcoin’in ve diğer dijital paraların nasıl düzenleneceğine dair yoğun mesailer harcamaktadır. Tüm düzenleme çabalarına rağmen görünen o ki Bitcoin, geri dönülmez bir biçimde, ulusal para birimlerinin altlarını oymaktadır. Başlayan bu değişimin sosyo-kültürel yönlerinin neler olacağı ise ciddi soru işaretlerini barındırmakta.
Georg Simmel, Para Felsefesi (1900) eserinde, takas yerine para kullanımına geçmenin bireylere sunduğu özgürleşme imkânlarından bahseder. Ancak Simmel paranın, kendi içinde bir ‘amaç’ haline gelen bir ‘araç’ın en aşırı örneği olduğu konusunda da bizleri uyarmaktadır. Her iki yönden de Bitcoin daha fazlasını vaat ediyor görünmektedir. Ayrıca Bitcoin kullanımının mevcut ekonomik sistem içerisinde yaygınlaşmasının, toplumun bütün üyeleri için büyük faydalar sağlayacağını söylemek oldukça zor. Genelde sosyal bilimcilerin, özelde sosyologların görevinin kehanette bulunmak olmadığını kabul ediyorum. Fakat bu denli büyük bir tekno-ekonomik devrimle karşılaşıldığında bir an önce toplumsal bir tahayyül ortaya konulması gerektiğini düşünüyorum. Sosyal bilim yapmanın bir gereği olarak eleştirel projeksiyonumuzu, bu tekno-ekonomik dönüşüme yönlendirerek yeni yaklaşımlar sunmalıyız. Belki de bu sayede, eleştirel değerlendirmeleri de dikkate alan yeni bir kriptopara teknolojisinin doğuşu sağlanır, kim bilir?
Bu yazıdaki amacım kriptoparaları övmek veya kötülemek değildi. Toplumsal etkileri olan her yeni teknoloji gibi, kriptoparaların da imkânlar ve kısıtlar getireceğini biliyorum. Önemli olanın, eleştirel tutumu bir yana bırakmaksızın, Bitcoin’in ve onu destekleyen blokzincir teknolojisinin mevcut toplumsal eşitsizlikleri aşma ya da sürdürme potansiyelini açığa çıkarmak ve belki de yeni bir yön vermek için çabalamak olduğunu düşünüyorum.
Yazan: İsmail Sizer
0 Comments