Tarih, İçindeyken Yazılabilir mi?
Tarihçilerin ve tarih okurlarının tamamının mutabık olduğu bir husus varsa, o da tarihin geçmişle ilgilenen bir disiplin olduğudur. Tarih geçmişle ilgilenmekte, geçmişi konu almaktadır. Peki geçmiş nedir ve bu geçmişi nasıl tanımlayabiliriz? Burada, tarihçiler arasındaki tartışmalar başlıyor. Kimileri yakın geçmişi incelemenin tarihçiliğin değil gazeteciliğin ilgi alanı olduğunu söylerken, kimileri de incelenecek dönemin veya olayın, tanıkları hayattayken araştırılması fırsatının kaçırılmaması gerektiğini söylüyor. Uzun yıllar boyu bu tartışmalar sürerken geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları’ndan çeviri bir kitap yayımlandı: Şimdiki Zamanın Tarihini Yazmak – Tarih, Tarihçi ve Çağdaşlık. Henry Rousso tarafından yazılan bu kitabı Volkan Çandar Türkçeye çevirdi.
Yakın geçmişi yazmanın belirli dezavantajları vardır. Bunlardan ilki incelenecek olayların ve olguların etkilerini hala sürdürüyor olmalarıdır. Dahası, bu etkilerin, araştırmayı yapacak kişi(ler)de sirayet etmiş olma ihtimali de vardır. Bu, incelenecek olayın veya olgunun sıhhatli şekilde incelenmesi yönünde büyük bir engel oluşturur. Türkiye’den örnek vermek gerekirse, 1980 Askeri Darbesi’ni üzerine araştırma yürütecek herhangi bir kişinin kendisinin, ailesinin veya sevdiği insanların üzerinde olumlu veya olumsuz tesirler bırakmış olması muhtemeldir ki bu tesirler, yazarın bakış açısını etkileyebilecek kuvvettedir. Yakın geçmişi yazmanın böyle bir dezavantajı olmasının yanı sıra avantajları da vardır. Bunların başında da dönemin tanıklarının, faillerinin ve mağdurlarının hayatta olmaları gelmektedir. Kaynak bolluğu, tarihçi için bulunmaz bir fırsattır, çünkü ne kadar bol ve çeşitli kaynak varsa, çalışmasının zenginleşme potansiyeli de o kadar fazladır. İncelenecek dönemin tanıklarının, faillerinin ve mağdurlarının yaşıyor olması tarihçi için işte bu kaynak çeşitliliğini sağlar. Şöyle ki, bir olayı, gerçekleşme tarihinden on yıl sonra inceleyecek tarihçiyle, iki yüz yıl sonra araştıracak tarihçinin kaynaklara ulaşma imkânı birbirlerinden çok farklıdır. Öyleyse, geniş kaynaklardan yararlanma imkânına sahipken incelemek lazımdır. Yukarıdaki satırlarda, yakın geçmişi incelemenin dezavantajlarından bahsetmiştik, peki bunları nasıl aşacağız?
Edward Hallett Carr tarihçinin kişiliğinin, yaşadığı ve büyüdüğü ortamın ve birçok kişisel sayılabilecek unsurun, o tarihçinin yazdığı eserlere mutlak suretle yansıdığını söylemişti. Tarihçinin, esere yansıyan bir diğer yönü ise ideolojisidir. Bu, yakın geçmişi incelerken daha önemli bir noktada yer alır, çünkü tarihçinin kendini tanımladığı veya yakın durduğu ideoloji, yakın geçmişteki hadiselere yönelik bir refleks geliştirmiştir. Bu refleks tepkisel olsun veya olmasın, tarihçinin bakış açısına yön verecektir. Bu noktada yukarıdaki soruya tekrar dönmek gerekecektir: Bunu nasıl aşacağız? Henry Rousso’nun cümleleriyle cevabını arayalım:
“…’gerekli mesafeyi alma’nın bir bekleme süresi veya ihtiyat ifade etmediğini; zamansal, mekânsal ya da fiziksel bütün mesafeleri kesinlikle yasaklamış görünen bir evrende şimdiki zamanı farklı bir biçimde incelemek, bunun bir inşa, bir fikir yürütme olduğunu hesaba katmalıyız. Sonuçları ağır olabilecek bir olayın, hele gözlerimizin önünde cereyan etmekte olan bir felaketin tarihini sıcağı sıcağına yazmayı istemek, onları sadece şimdiki zamandaki çerçeveye sığdırmak anlamına gelmediği gibi, kavranması imkansız bir dolaysızlıkta dondurmak ve tarihçi için zaten anlam taşımayan bir duruma indirgemek anlamına da gelmez. Şimdiki zamanın tarihini yapmak demek, tersine şimdiki zamanın bir anda kavrayabileceğimiz enstantaneler toplamına indirgenmeyen bir yoğunluk, bir derinlik taşıdığı önerisinde bulunmak demektir. Söz konusu olan, bütün iyi tarih çalışmalarında olduğu gibi, bir soyağacını tekrar oluşturmak, olayı bir süre içinde yorumlamak, anın heyecanından kurtulmaya çalışacak şekilde bir anlaşılabilirlik yolu önermek…”
Rousso, bu konuları tarih felsefesi geleneğinden çeşitli isimlere referanslar vererek, onları değerlendirerek tartışıyor bu kitabında. Bu yazının ilk paragrafında bahsettiğimiz kadim tartışma belki hiç bitmeyecek, ancak Rousso’nun eseriyle oldukça zenginleşecektir.
Yazan: Etem Yunus Akbayır
0 Comments